Hazırlıksız yakalanırız “üstün zeka” kavramına. Hayatımızın bir aşamasında bu kavramla karşılaşınca iç dengelerimiz şaşar. Ne bekleyeceğimizi bilemez, araştırmaya başlar buluruz kendimizi bu yeni coğrafyada.
Tanı alan ya çocuğumuzdur, ya öğrencimiz ya kuzenimiz ya da yeğenimiz. Her kim olursa olsun bu kavram ilk duyana (eğer bu alanda öğrenci ya da uzman değilse) yabancı bir kavramdır. Zekanın büyüleyici cazibesindeki zihin oyunlarına birden “üstün” kelimesi bomba gibi düşer. “Gifted” olarak literatüre giren bu hediyeli insanlar o ya da bu şekilde farklılıkları üzerine bu tanı ile bir kez daha düşündürürler etrafındakileri.
Herkes özeldir. Her insan kendi hikayesini yazmak üzere bu hayata gelir. Bazı insanlar hassas, bazıları realist, bazıları hedef odaklı, bazıları hayalperest, bazıları estetiğe önem veren, bazıları felsefeye yatkın, bazıları duygu üzerine hayatını kurgulayandır. Herkes birbirinden farklıdır, doğadaki gibi. Ancak doğada hiçbir çiçek diğerine özenmez onun gibi olmak istemez, herkes kendi doğasını yaşar.
Belgeseller bize kendi doğalarını yaşayanların eşsiz dünyasının kapısını aralar. Burada baykuş yuvasına yerleştirilen bir kameranın izleyici oranının ve izleme saatinin küçümsenemeyecek rakamlara ulaşmasının bir nedeni de doğal ortamlara olan ihtiyacımız sanki.
Ancak insanın doğasını yaşamaya gelince konu, ortalık herkesin fikir beyan ettiği bir hale gelir. Herkes hem uzmanlık alanı hem de bilgi ve deneyimlerine kendi mizacını katarak bir şeyler ifade eder ve anlatmaya çalışır, aynen benim de yaptığım gibi!
Bu bülten her hafta sizlere ulaştığında benim de amacım var aslında. Her kelime, her cümle ve her ifade tarzı tek bir amaca hizmet ediyor. Bu farklı grubun önyargıların çok ötesinde anlaşılması. Gerçekten farklılar mı? Farklılar evet. Hepsi benzer mi? Elbet değil ama özde benzerlikleri aynı (tüm dünya literatürüne göre). Hepsi anlaşılmaya ihtiyaç duyuyor mu? Kesinlikle evet.
Öyle isterim ki anlaşıldıklarını hissettiklerindeki yüzlerindeki ifadeyi benim gözlerimle görmenizi.
Ben bir uzmanım ve elbette önce insanım. Bu, mesleğe bakış açısında kimilerine göre “profesyonel” ol(a)mamakla eş değer tutulabillir. Ancak en iyi hekimlerin karşılarında otururken sadece tıbbi bilgileri değil, aynı zamanda gözlerimizin içine bakacak ve bizi metalaştırmayacak yaklaşımı da bekleriz.
Peki bunca girizgâh neden? Onları anlamak sadece bir kişinin, bir meslek grubunun ya da sadece ailelerinin sorunu değil. Onları anlamak insanı anlamak ve değer vermekle başlıyor elbet. Hayatının merkezine insanı ve “iyi olma halini” koyan herkes farkında olsa da olmasa da “üstün zeka”yı destekler. Biliyorum ki bu kavram yokken de onları destekleyen güzel gönüllü nice insan vardı.
Bu konu hayata bakış meselesi. Bu, hayatı algılayış şekli. Onların birey olduğunu unutmadan sadece “kendi olmalarına” izin vermek ve kendi oldukları için onurlandırmak yazması kolay, okuması birkaç saniye alan ama uygulaması ve içselleştirmesi o kadar da kolay ve hızlı olmayan bu konu.
Bu yazının konusu sizsiniz aslında. Siz hayata nasıl bakıyorsanız zekaya da öyle bakacaksınız. Şimdi biz de başka hayat hikayeleriyle yoğrulduk diye içinizden geçirdiğinizi biliyorum. Azımsanmayacak bir kısmınızın hayatın akışı içinde bunu yapmak isteseniz de büyük çarkların içinde kendinizi çaresiz ya da mecbur hissettiğinizi biliyorum. Ancak galiba onları anlamaya giden yol kendinizi anlamaktan geçiyor. Aslında hazırlıksız yakalandığımız üstün zeka kavramı değil hazırlıksız yakalandığımız kendimiz. Kendimize bakış, hayat akışı için de bazen yorgunluktan bazen de korkudan göz ardı ettiğimiz bir şey.
Ve son söz, daha problemli çocuğa (herhangi bir uzmanın gözünden farklı bir durum tespit edilmemişse) denk gelmedim, ancak yaşadığı ortamın ve/veya çocuğa bakışın onların etkilediğini ve şekillendiğini söyleyebilirim. Ailelerle çalışan bir uzman olarak mesleki körelme olduğu ihtimaline karşı sıklıkla kendi alanımda da okumalar yaparak kendimi de geliştirmeye çalışırken hemen her alan benzer noktaya refere ediyor. Sonuçta, onlar sizin zihninizde şekillendirdiğiniz tablonun sınırlarından taşan boyalar gibi olabiliyor bazen. Tüm amacım o taşan boyaların tablonun bütünlüğünü bozmadan uyum içinde bir ahenk yaratması. Bu ancak bilinçlenme ile mümkün. En büyük bilinçlenme de “kendini bilme” sanırım.
Dr. Uğur Zat